Yıl 1960'lar... Sonradan ünlü bir gazeteci olan delikanlı Feriköy takımında kaleci oynuyor. Takımı Baba Gündüz (Kılıç) çalıştırıyor. Bir gün antrenmanın yorucu bir hal aldığı anda kaleci delikanlı Baba Gündüz'ün yanına geliyor:
�- Ben kaleciyim Baba, diyor, benim diğer futbolcularla aynı antrenmanı yapmam anlamsız oluyor...
Gündüz Kılıç boynundan düdüğü çıkartıyor:
�- Al aslanım, diyor , madem sen bu işi daha iyi biliyorsun takımı bundan sonra sen çalıştır...
Spor yazarlarının Beşiktaş çalıştırıcısı J.B. Toshack ile ilgili eleştirilerini okurken aklımıza bu olay geldi. Galli Hoca, elinde G.Saray veya Fenerbahçe'den daha kaliteli olmayan bir kadroyu ligin yarısına kadar lider getirdi. 8 tane genç oyuncu yarattı. Ne var ki spor yazarlarına bir türlü yaranamadı. Her maçtan sonra kıyasıya eleştiriliyor.
Aynı eleştiriler Fatih Terim'e de yapılıyor...
Avrupa'ya kafa tutan bir takım da yaratsa, bazılarına yaranamıyor.
O zaman şu gerçek karşımıza çıkıyor.
Demek ki günün 24 saati futbolcularıyla başbaşa olan, antrenörlükte kariyer sahibi olduklarını kanıtlamış bu hocalar, futbolu haftada 90 dakika maç izleyen spor yazarları kadar bilmiyor.
Bu acı gerçek karşısında Galli ve Adana'lı hocaların yapacakları tek şey kalıyor:
Futbol yazarlarını biraraya toplamak:
�- Alın kardeşim şu düdüğü, takımı bundan sonra her hafta biriniz yönetin, demek...
İşi ehline devredip meslekten çekilmek...
Okurumuz Şahin Söylemezoğlu, "Güncel öneme haiz!" diyerek aşağıdaki fıkrayı aktarıyor...
Papaz iki metre ilerisinde duran zangoça sormuş:
- Gizli gizli sen mi içiyorsun kutsal şarabı?..
Zangoç'ta derin sessizlik... İyice köpürmüş Papaz:
- Sana soruyorum be adam! Duymuyor musun?..
�- Hayır, buradan hiçbir şey duyulmuyor efendim...
- Olacak şey mi! İki adım öteden beni duymuyorsun...
Zangoç bıyık altından gülmüş;
�- İsterseniz yer değiştirelim, anlarsınız...
Yer değiştirmişler. Bu defa Zangoç seslenmiş:
�- Kilise için toplanan yardımları kim iç ediyor?..
Papaz kendi kendine söylenmiş:
�- Hakikaten yahu! Buradan hiçbir şey duyulmuyor.
PKK askeri arenada yenilmişken... Terör örgütü mücadeleyi askeri alandan siyasi alana taşımaya karar vermişken... Suriye'de sıkışıp kalan APO'yu buradan çıkartıp Avrupa'ya taşıyarak... Onun Kürt sorununu Avrupa sorunu haline getirmesine yardımcı olan... Yetkililere..
Öte yandan Tansu Çiller'i siyasette yeniden parlatıp anahtar haline getiren ve ikide bir ayağına giderek ona şov yapma imkanı tanıyan siyaset adamlarına,
Öngörü ve Basiret ödülü verilmesini öneriyoruz...
Basiretsizliğin bu kadarı ödüle layıktır diye düşünüyoruz...
ABD'nin Bağdat'ı bombaladığı saatlerde Tony Blair de Londra'dan "destek atışı" yapıyor... Ve diyor ki:
�- Harekatın amacı, Irak'ın komşularını Saddam'ın şerrinden korumaktır!
�O an NTV'de canlı yayın konuğu olan "Irak uzmanı" Doçent Ümit Özdağ'ın yorumu:
�- Türkiye, Irak'la ilgili herhangi bir ihtiyaç bildirmiş değildir Londra'ya.. Suriye veya İran'ın da bu yönde bir talebi olduğunu hiç duymadım. Galiba Londra, son zamanlarda kendini Bağdat'a komşu hissediyor!..
�Dün telefonda sohbet ediyoruz Doç. Özdağ ile.. İlginç bilgiler aktarıyor:
�- Irak'ın "Birleşmiş Milletler kararlarını yerine getirmediği için" vurulduğu söyleniyor. Oysa BM Güvenlik Konseyi'nin onayı yok!.. Konsey'in iki üyesi; Çin ve Rusya'nın ciddi muhalefeti var. Bu anlamda "BM'ye rağmen" yapılmış bir harekat bu. Kalıcı etkileri olacağını sanmıyorum. Saddam'ı götürmeyi amaçlamıyor. Psikolojik yönü ağır basan bir cezalandırma operasyonu bu. Clinton, Monica'yla ilgili azil oylamasını atlatacak, Saddam'a da bugüne kadar oynadığı oyunu artık kesmesi için gözdağı verilmiş olacak.
�- Gelişmelere Türkiye açısından bakarsak?..
�- Biz Saddam'ın yerini dolduracak herhangi biri olmadığı için "Saddam'la devam" diyoruz. Yerine bir alternatif olsa Türkiye kabul edecek. Ama yok. ABD'nin ilke olarak gönlünde yatan tabii ki Saddam'ın gitmesi. Ama yerine Irak'ın toprak bütünlüğünü sağlayacak birini arzuluyorlar mı, bu konuda ciddi şüphelerim var...
�- Biraz ayrıntılandırırsak?
- Bakın, ABD Dışişleri'nden Henry Barkey ne diyor: "Bir gün gelecek ABD bu tercihi (Irak'ın parçalanması) yapmak zorunda kalacak." RAND Corporation'dan Daniel Baymond'a göre ise "Saddam'ın iktidardan uzaklaşması durumunda bile Irak bölünmeli..." Ya Morton Abromowitz ne diyor: "ABD birgün Kürtleri korumak ile Irak'ın toprak bütünlüğünü muhafaza etmek gibi zıt amaçların hangisine bağlı kalacağına ilişkin karar vermek durumunda kalabilir..."
�Doç. Ümit Özdağ daha çarpıcı bir ayrıntı ekliyor:
- 28 - 29 Temmuz'da Washington Kürt Enstitüsü'nün yaptığı toplantıya katıldım. Salona girer girmez, karşımıza ilk çıkan panonun üzerinde Sevr Anlaşması'nın 62'inci maddesinin metni vardı. ABD yönetimi içinde, Irak'ın toprak bütünlüğünü önemsemeyen ciddi güçler var. Alıştıra alıştıra hayata geçirmeye çalışıyorlar. Graham Fuller, son Türkiye ziyaretinde ne dedi:
�"Büyük devletler fil gibidir. Öyle çok komplo yapmazlar. Kendilerine bir dış politika hedefi koyarlar; sonra filler gibi yavaş yavaş ilerleyip eze eze o hedefi gerçekleştirirler...."
İngiltere'nin siyasi mizah dergisi Private Eye'da bir köşe... Clinton'un Ebu Nidal'a benzetilmiş bir portresi... Ve yanında şu soru:
�"Dünyanın en tehlikeli adamı bu mudur?"
Ve altında şu satırlar:
�"Batılı istihbarat uzmanları dünya barışına en büyük tehdidin Abu Bil Clinstone olduğunda birleşiyorlar..."
�Orta Doğulu terörist Abu Nidal mi tehlikeli yoksa Abu Bil Clinstone mu?
�Private Eye dergisi, "İkincisi" diyor...
Yazara E-Posta: m.asik@milliyet.com.tr
Gazetemizin Genel Yayın Yönetmeni Özay Şendir’in 15 Kasım tarihli Trump ve bakanlarını değerlendiren yazısında, ders niteliğinde bir hüküm vardı. Şendir üstadımız, ülkemize nereden bulaştığı belli olmayan “Trumseverlik” salgınına karşı argümanları sıraladıktan sonra, “Kimilerinin çok savunduğu mal bu işte...” diyordu.
“Mal” emtia anlamına!
Trump’ın yönetim üyelerini seçerken gösterdiği tutuma New York Times editörleri anlamı bol “frenetic” kelimesini yakıştırıyorlar: çılgınca, telaşlı, korkudan aklını kaybetmiş gibi. Öyle ya, hakkında 18 yaşından küçük kişilerle cinsel ilişki iddiasından soruşturma yapılan kişiyi Adalet Bakanı, “Beynimin yarısını kurtlar yedi!” diyen ama beyninde kurtların yediği bir bölüm bulunmayan aşı düşmanı kişiyi Sağlık Bakanı, eski başkan Obama’nın 2015’te ABD’nin Baltimore kentinde bir camide yaptığı konuşmayı kınarken, bütün İslam’ı ve Müslüman ülkeleri suçlamaktan çekinmemiş kişiyi Dışişleri Bakanı atamak, soğukkanlı, düşünerek alınmış kararlar olamaz. Anglosaksonların, “Leopar beneklerini değiştiremez” diye bir sözü vardır. Ortadoğu barışı için elinde 4 koca yıl bulunduğu sırada ağzına bir kere bile “İki devletli çözüm” terimini almamış, “asrın anlaşması” adıyla hazırladığı sözde barış planında “Filistin” kelimesi geçmeyen birinin, şimdi iç politikaya yatırım amacıyla söylediği “Savaşları bitireceğim” sözüne inanmak için yeterli sebep var olabilir mi? Hele İsrail’e büyükelçi olarak atadığı kişi, “Filistinli diye bir millet yoktur!” diyen bir Evanjelik-Siyonist Baptist papazı ise!
Trump’ın başkanlığında uyguladığı politikalarda ve daha sonra hakkındaki ceza davalarıyla uğraştığı dört yıl boyunca yaptığı konuşmalarda temel ilke, İsrail’e olan sarsılmaz destek olmuştu. İlk döneminde işgal altındaki Kudüs’ü İsrail’in başkenti olarak tanımış, ABD büyükelçiliğini oraya taşımış, İsrail’in Golan Tepeleri üzerindeki egemenliğini kabul etmişti. Böylece, ABD-İsrail bağlarını daha da güçlendirmiş, İsrail’in bölgede yayılmacı siyasetini desteklemişti. Trump’ın şimdi İsrail’in--elde kalan tek Filistin toprağı--Gazze ve Batı Şeria’yı işgal, Güney Lübnan’ı ilhak amaçlı savaşına destek vermeyeceğini söyleyebilir misiniz?
Trump’ın Ortadoğu stratejisinin temel unsurlarından bir diğeri, İran’a karşı “maksimum baskı” siyasetinin bir uzantısı olarak, Irak ve Suriye’de İran etkisini kısıtlayacak uygulamalar olacaktır. İran’ın, bölgeyi istikrarsızlaştırıcı ve İsrail’i yok etmeye kararlı bir güç olduğu inancını hiç gizlememiş olan Trump, aradaki 4 yılda İran’la Körfez ülkeleri arasındaki yakınlaşmaya engel olmaya çalışacağını söylemek, yanlış olmasa gerek. Trump, İsrail ve Körfez ülkeleri arasında dostluğun gelişememe, İran’ın nükleer caydırıcılık edinme çabasına devamı gibi sorunların kaynağını bile anlamadığını söylemek de hatalı olmaz kanısındayım.
İsrail’in, kurulduğu günden beri reddettiği Filistin topraklarını Filistinlilerle paylaşması gerektiğini anlamasını sağlamak, İsrail’i 1967 öncesi sınırlarına geri çekilmeye mecbur etmek, bölgedeki her türlü savaşı bitirir. Hamas ve Hizbullah gibi işgale karşı direnme örgütleri yerine, barışçı siyaseti ve İsrail ile iş birliğini savunan partileri işbaşına getirir. İran’ın nükleer caydırıcılık çabasını sona erdirir. Çin ve Rusya’nın Körfez’de ve Afrika’da artan etkisini küresel barış için tehdit olmaktan çıkartır.
“Bitirirdi,” “çıkartırdı” demek daha doğru olurdu. Trump ve Amerikalı sol entellere karşı intikam amacıyla oluşturduğu yönetim, İsrail’i Filistinlilerle barış içinde yaşamaya zorlamak şöyle dursun, tam tersine, Filistinlilerin varlığını bile tanımayan, Siyonist yayılmacılığa karşı durmak bir yana kendisini Siyonist ilan eden kişilerden oluşuyor. Bu liderin ve ekibinin savaşları sona erdirmesi mümkün mü?
Kimilerinin çok savunduğu ve barış beklediği mal bu işte...
Suriye’deki kirli oyunu kararlılıkla adım adım bozan Türkiye eksik kalan halkaları tamamlamada kararlı… Yeni bir kara harekatı olasılığı nedeniyle de öncekilerde olduğu gibi hem ABD hem Rusya ile eş zamanlı olarak mücadele ediyor bir yandan da… Dolayısıyla terörist temizliğine dönük askeri hazırlığa paralel her iki ülkeyle yoğun bir diplomasi trafiği de var. Aslında buna sabır taşı diplomasisi de denilebilir. Çünkü her iki ülke de beş yıl önce altına imza attıkları mutabakatlardaki “PKK/YPG/PYD buralarda asla olmayacak, sığınmacıların geri dönüşleriyle ilgili ortam yaratılacak” diye Türkiye’ye verdikleri sözü tutsalardı zaten buna gerek kalmayacaktı. ABD, kontrolü altındaki bölgede terörist barındırmayacak, PKK/YPG’lilerdeki ağır silahlar toplanacak, tahkimatları, tüm muharip mevzileri imha edilecekti. Yine Rusya ile yapılan mutabakat gereği Münbiç ve Tel Rıfat’taki bütün PKK/YPG’li teröristler, silahlarıyla birlikte Türkiye sınırından 30 kilometre derinliğin dışına çıkarılacaktı. Üstelik de tüm bu işlemler 150 saat içerisinde gerçekleştirilecekti. Ekim 2019’dan bu yana kaç tane 150 saat geçti! Her iki “devlet” de yaptılar mı? Hayır. Bırak yapmayı, Ayn el Arap, Münbiç ve Tel Rıfat’ta ABD ve Rus bayrakları gölgesinde daha da palazlanan teröristlerin o günden bu yana da yaptıkları birçok saldırı ve sızma girişimleri söz konusu. Teröristlere yardım, hamilik yaptılar açıkçası. Haklı olarak da Türkiye, baktı olmuyor, “Madem siz sözünüzü yediniz, kıvırdınız, o zaman ben gereğini yaparım” diyor...
★ ★ ★
Bu anlamda da Silahlı Kuvvetler düğmeye basıldığında görevi icra etmek üzere hazır… Bölgede kim var, kim kimle iş birliği içinde, bütün kirli bağlantılar ve hedefler ile teröristlere müdahale yöntemleri detaylarıyla tek tek tespit edilmiş durumda… Örnekleri daha önceki harekatlarda görüldüğü gibi... Talimat geldiğinde sahada yapılacaklar belli yani. Askeri anlamda şu an tek yapılan da mevcut harekat planlarını varsa sahadaki gelişmelere göre güncellemek ve ilgili talimatı beklemek...
Devletin en yetkili isimlerinden peş peşe gelen açıklamalara bakıldığında diplomatik hazırlığın da olduğu açık ve net...Malum böyle durumlarda bazen açık diplomasi yoluyla görüşmeler yapılır, bazı durumlarda da arka kapı diplomasisi yürütülür.. Her ikisi de devrede ve hareketlilik had safhada.. Burada da ABD’nin ve Rusya’nın bildik tepkilerinin ve yine takoz olma hamlelerinin Türkiye’nin kararlılığını etkilemeyeceği kesin. Bu bağlamda da en baştan beri ne dedi ve hala ısrarla ne diyor Türkiye? Biz teröristle mücadele ediyoruz, yanında kimin olduğuna bakmayız...
Yani ayak altında dolaşmayın. Hele de sakın ola ki teröristlerle aynı mevzide bulunma, canlı kalkan olma çılgınlığı ve kepazeliği falan da yapmaya kalkmayın...
★ ★ ★
Kısacası, dememiz o ki; Türkiye terörist temizliğinde atacağı adımların planlamalarını yapmış durumda.. Uygun konjonktür bekleniyor. Konuşulan olası harekât da aslında tam anlamıyla nerede kalmıştık hesabı. Terörün kalıcı olarak yok edilmesi için İdlib’den Hakurk’a, yani İran sınırına kadar olan alanın kontrol altına alınması bir zorunluluk. Bu Türkiye için doğrudan bir beka meselesi… Onun için de buralardaki teröristleri temizleyecek Türkiye. Öyle ya da böyle… Bundan dönüş yok… Ha oradaki Amerikan askerini canlı kalkan olarak kullanmak gibi bir niyet, çılgınlık varsa o da artık bu kararı verenlerin sorunu ve sorumluluğu… Aynısı ABD ile hasım, düşman gibi görünen ama söz konusu terör örgütü PKK/YPG/PYD ya da türevi SDG olduğunda dirsek teması, hatta gizli müttefiklik durumundaki Rusya için de geçerli elbette...