13 Mayıs 2024

Tarihçi Hilmar Kaiser ile Ermeni sorunu üzerine: "Talat Paşa'nın Ermenileri imha edin emri var"

Hilmar yaptığı çalışmalarda, Anadolu'da pek çok valinin, müftünün Ermenileri İttihat ve Terakki hışmından kurtardığını ortaya koyan belgeleri de yok saymıyor, kimi paşaları valileri, Yozgat Müftüsü'nü ve pek çok ismi sıralıyor

Her 24 Nisan'da devlet bürokrasisini, özellikle de dışarıda görevli diplomatları bir korku sarar:

"1915 olayları nasıl ele alınacak? Tehcir Kararlarını, Ermeni Kırımı tanımlamasını kimler nasıl telaffuz edecek? Bunun yerine hiç olmazsa Medz Yeğern (Büyük Felaket) (*) deseler de başımız fazla ağrımasa" diye. Dışarıdaki tartışmalar endişeyle beklenirken, içeride Türkiye'de o sayfa çoktan kapanmıştır, üstünde fazla durulmaz, 100 yıl önceki olaylar unutulmuştur artık, yok sayılır…

Alman tarihçi Hilmar Kaiser (*) yıllarca Osmanlı arşivlerinde araştırma yaptı, konferanslar verdi, yazılar, kitaplar yazdı. Ankara'da, ODTÜ Mezunlar Derneğinde konuşma yapacağını duyunca, öteden beri bu konuya ben de epey kafa yorup üstünde çalıştığım için kendisiyle görüşmek istedim, Mülkiyeliler Birliğinde geçen sabah buluştuk…

Nursun Erel - Hilmar Kaiser

Kurşuni gökyüzü altında yağmur çiseliyordu, Kaiser belki de soğuk havanı etkisiyle biraz karamsar girdi söze, "2000'li yıllarla karşılaştırıyorum da, ne çok şey değişmiş, paranız pul olmuş. Cebinde 100 lira hatta 200 lira olmadan sokağa çıkan insan hiçbir şey yapamaz, aç kalır. O para eskinin 5 lirası gibi olmuş." diyor.

Çay söylüyoruz, Kaiser "Güzel bir çay bulmak bile zorlaştı" diye yakınıyor, az demli istediği çayına sıcak süt ekliyor.

Acaba 1915 olayları üzerindeki tartışma açıldığında hep bir ağızdan söylenen, "Ama Fransızlar Cezayir'de yaptıklarına önce bir baksın, Amerikalılar Kızılderilileri nasıl topraklarından etti? Hele Almanyada Yahudileri fırınlarda kim yaktı?" sözlerini nasıl değerlendiriyor?

"Düşünün, bu konuları araştıran ben, soykırım yapmış bir Almanya'dan geliyorum. Siz de ister zorla sürgüne yollama, yok etme; ister soykırım deyin. Hangi sözü kullanırsanız kullanın, bu mesele tümüyle sizin meseleniz ve kendi meseleniz üzerinde bedeli ne olursa olsun, önce siz çalışacaksınız. Zaten siz sahip çıkmasanız bile, neyse ki dünyanın her yerinde tarihçiler var ve onlar da üzerine kafa yoruyor. İyisi mi, Birinci Dünya Savaşı sırasında olanlar tam olarak kayda geçsin ki bir daha tekrar etmesin. O zaman ne olmuştu? Rumları gönderdiniz, Yahudileri sürdünüz, Ermeniler malum. Bununla da kalmadı, sonradan Dersim olayları yaşandı. Kürtlere, Yezidilere zulmedildi. Bu yaşananlardan ders çıkarıldı mı? Ondan sonra gelenler de darbeler yoluyla özgürlük isteyenleri yok etmeye kalkışmadılar mı?"

Filistinlilere yapılanlar

"Yıllar önce yaşananları herkes, hatta tarihçiler bile sanki eğip bükme özgürlüğüne sahipmiş gibi davransa da şimdi hepimizin gözü önünde yaşanan, televizyonlardan canlı yayınlanan bir trajediye, 40 bine yakın Filistinlinin ölümüne ne diyeceğiz?" diye soruyorum:

"Kayıtları yok etme uygulamasını İttihat ve Terakkiciler de yapmaya kalktı ama başaramadılar… Her şey zamanla ortaya çıktı… Tarihçiler bu konuda uzmandır, saklanan gerçekleri ortaya çıkarma disiplinine sahiptir. Zaten gelmiş geçmiş otoriter rejimlerin serüvenine bir bakın, işte Stalin, işte Naziler… Baştakiler, kendi dönemlerini kendi istedikleri şekilde tarihe not düşeceklerdi ama olmadı. Çünkü tarihi tarihçiler yazıyor, diktatörler değil. Aynı şey İsrail yönetimi için de geçerli. Filistinlilere yapılanların her saniyesi kayıt altında. Zaten bu yüzden gazetecileri öldürüyorlar, haberlere yasak getiriyorlar, yaptıkları zulmün kayıtlara geçmesinden çok korkuyorlar. Size sorayım, Ermeni'yi öldür, Yahudi'yi yerinden et, Yunanlıyı gönder derken, şimdi diğer özgürlük isteyenlerde sıra, hatta eşcinsellere bile geldi. E, kim kalacak geriye?"

"Eşek sırtında Doğu'yu gezdim"

Kaiser'in tarih öğrenimi yaptığı sırada, Türkiye'ye, Ermeni sorununa yoğunlaşmak, aklına nereden geldi? Bunu merak ediyorum, Almanya'da doğumundan itibaren Türk, Kürt, Laz pek çok aileyle yıllarca komşuluk yaptıklarını anlatıyor: 

"İlk kez buralara komşularımın davetiyle genç bir öğrenci olarak geldim. 1982'de askeri yönetim varken Batman'da Kürtlere neler yapıldığını gördüm. O zamanlar 19 yaşında, uzun saçlı bir genç adamdım. Kürtleri dövdüklerini gördüm, askerler dövüyordu. Bu beni etkiledi. Sonra Van'a ve pek çok yere gittim. Kürt demek bile yasaktı o zamanlar. Bazen yürüyerek, bazen eşek sırtında bütün bölgeyi gezdim. O zamanlar tarih okuyordum. Nazilerin yaptıklarıyla uğraşıyordum. Derken Türkiye'yi incelemeye başlayınca durumu öğrendim. Talat Paşa'nın yaptıklarını, İttihat ve Terakki'nin yaşattıklarını. Ben solcuyum, solcular arasında o zaman moda Nikaragua'daki olaylardı, kimsenin Türkiye'ye ilgi gösterdiği filan yoktu, ama ben böylece merak sardım."

Arşivler açık mı?

"Acaba arşiv çalışması yapmak, Osmanlı arşivlerini, İttihat ve Terakki belgelerini incelemek bir yabancı tarihçi için kolay oluyor mu?" Anlatıyor:

"Bazı arşivler açık değil, mesela Emval-i Metruke… (***) Arşivlerin çoğu, askeri arşivler de dahil açık. Ama arşiv araştırması yapmak o kadar kolay değil. Hele eğer kendiniz finanse ediyorsanız. Düşünün, Antalya'da tatil yapmak varken, para harcayıp arşivlerde zaman geçirmek iyi mi?"

Hilmar Kaiser, 2000'li yılların başında Türkiye'ye çok gelip gitmiş, hatta Devlet Konuk Evinde misafir edilmiş. AKP kademelerinden yoğun ilgi görmüş. O yıllardan söz ederken, Abdullah Gül etkisinin altını çiziyor, "Futbol diplomasisi ile başlattı, Türk-Ermeni ilişkilerini epey iyi noktalara getirdi. O dönemin komşularla sıfır sorun yaklaşımı şimdi herkesle kavga durumuna dönüştü" diyor.

Ermeni Mezarlığına TTK

Hilmar Kaiser'in kızdığı isimler de var:

"Bir zamanlar Ermeni Mezarlığı olan arazide şimdi Türk Tarih Kurumu yükseliyor. Yusuf Halaçoğlu oranın başındayken adeta devletin parasıyla devletin başındakileri bile yanlış yönlendirdi. İsmet Binark da aynı zihniyette… "Ermeniler zorunlu göç (tehcir) sırasında öldüler" demek onlara kolay geliyor, ormanda karanlıkta yürürken korkmamak için ıslık çalmaya benziyor."

Hilmar'a, "arşivlerde yaptığınız bunca çalışma sırasında vardığınız sonuç ne?" diye soruyorum, net konuşuyor:

"1914-1915 yıllarında bu topraklarda toplam 1 milyon 750 bin Ermeninin varlığı resmi kayıtlarda bile varken, (haydi yüzde 5 hata payı olsun,) sonra ne oldu? 250 bin Ermeni ya kaçtı, ya zorla Müslümanlaştırıldı. Sonuçta toplam 1 milyon kişi öldü. Sayıları 1917'de kaça indi? Ölüm oranları da bölgelere göre değişiyor, mesela Doğu'da yüzde 90-95'i buluyor ölüm oranı. Ankara'da yüzde 60 mesela…"

Ermenileri kurtaranlar

Hilmar yaptığı çalışmalarda, Anadolu'da pek çok valinin, müftünün Ermenileri İttihat ve Terakki hışmından kurtardığını ortaya koyan belgeleri de yok saymıyor, kimi paşaları valileri, Yozgat Müftüsü'nü ve pek çok ismi sıralıyor.

Bu "iyiliksever" resmi görevlilerin, ölümden kurtarabilmek için din değiştiren Ermenilere yeni kimlik çıkardığını, yeni kimliklerde Müslüman kaydının yanına Ermeni notu düşüldüğünü dile getiriyor. 

Hilmar Kaiser, iki saate yakın sürdürdüğümüz sohbetin sonunda "Belgeleri araştırdığım sırada Talat Paşa'nın "Ermenileri yok edin" diyen resmi emrini de buldum" diyor, "Neden henüz yayımlamadınız?" diye soruyorum, "Zamanı gelince yayınlayacağım" yanıtını veriyor. Vedalaşıyoruz. Bakalım Kaiser, bu akşam ODTÜ Mezunları Derneğinde Ankara'da (Vişnelik) neler anlatacak?


(*) https://en.m.wikipedia.org/wiki/Hilmar_Kaiser

(**)https://bennursunerel.blogspot.com/2023/04/sozde-soykrm-m-medz-yegern-mi-sozcukler.html

(***) https://bianet.org/haber/1915-in-sifresi-emval-i-metruke-162883

(****)https://hrantdink.org/attachments/article/175/ErmeniSurgunlerinAsimilasyonu_HilmarKaiser.pdf


https://bennursunerel.blogspot.com'dan alınmıştır.

Yazarın Diğer Yazıları

İfade özgürlüğü nerede kaldı?

Konferans sonrasında Kaiser'e, "İnsanlar Talat Paşa'nın 'Ermenileri imha edin' şeklinde bir yazılı talimatı olduğuna inanmıyor. Ben de size tekrar sormak ve yanıtlarınızı kayda geçirmek istiyorum" dedim...

Mahfi Eğilmez: Mehmet Şimşek’in yerinde olmak istemezdim…

"Eğer Tayyip Bey mahalli seçimler öncesinde emekliye memura dar gelirliye yani onar bin lira dağıtmış olsa seçim çok farklı sonuçlanırdı"

14 Mayıs 2024

Vicdan enternasyonali!

Orleck ve gibiler bize şunu da anlatıyor: Tamam kimlikler var ve doğuştan insanı kavrıyor, kuşatıyor, kişiliğinin temellerini de oluşturuyor ama, istisnai kimi durum dışında… Öyle herkesi içine alan bir "kimlik kişiliği" yok. "Bütün Yahudiler, bütün İsrailliler" yok. "Bütün Araplar" yok. "Bütün Amerikalılar" yok."Bütün Türkler" yok. İyiler ve kötüler var kabaca

"Filistin meselesinin serbestçe konuşulmasını istiyorum. Gazze'de olanların bilinmesini istiyorum. Kimse bizim adımıza da soykırım yapamaz."

Böyle düşünen, ifade edebilen, üniversitedeki protestocu öğrencileri polise karşı korumak isteyen profesör kadın aynı polis tarafından yerlerde sürüklendi. "Cezai izinsiz giriş"le suçlanarak önce üniversiteye girişi, sonra okulun kararıyla "sadece kampüsteki bazı alanlara girişi" yasaklandı.


Annelise Orleck

Dortmuth Üniversitesi profesörü. Annelise Orleck bir Arap değil, Müslüman ya da Hristiyan değil; inancını veya inançsızlığını bilemem ama doğuştan Yahudi. Amerikalı, Brooklynli bir Yahudi.

Dartmouth Üniversitesi Tarih Profesörü Annelise Orleck, 1 Mayıs 2024 Çarşamba günü New Hampshire, Hannover'de İsrail protestosu sırasında gözaltına alınırken.

Protestolar ve kendisine uygulanan şiddetle ilgili bazı sözlerine "iktidar medyası"nda da rastlamış olabilirsiniz. Belki de hiç görmediniz, duymadınız.

Buna geleceğim.

Bir insanın, ırkı, milliyeti, "soydaşları"na ait bir konuda, hakkaniyet ve adaletten, vicdan ve insanlıktan yana tavır alabilmesi için, aklının ve kalbinin ciddi yol kat etmesi gerekiyor.

"Etnik-dini" kimliğin ötesine geçerek; hakikat yanında, hak ve özgürlükler için, ama herkes için, ille de ezilenler için saf tutabilmesi, konuşabilmesi, yazabilmesi, harekete geçebilmesi, vazgeçmemesi öyle mümkün.

Prof. Orleck de, belki ailesinin, belki çok kültürlü Brooklyn'in, belki eğitiminin,  dünyaya bakışının ama ille de hepsiyle harmanlanan kişiliğinin neticesinde "İsrail zulmüne karşı protestolar"ın safında.

Ne ezberlere, ırk ve din şablonlarına, ne "başıma ne gelir"lere teslim olmuş; ne evinde, okul odasında, ne "masumiyet müzesi"nde kalmış.

Kirli, kanlı bir dünyada, ne İsrail otoritesine, ne ABD otoritesine, ne üniversite otoritesine teslim etmiş ruhunu.

Almış aklını, kalbini; dışarı çıkmış!

65 yaşında mı gelmiş bunlar aklına? Bakın o da mümkün. İnsan fark edebilir, öğrenebilir, değişebilir, değiştirmek için uğraşabilir her yaşta.

Lakin "Orleck" ve benzerleri bir yolculukla bugünümüze geliyorlar.

İki önemli bölümde dekanlık yapmış bir tarihçi olarak işçi sınıfına, kadın işçi sorunlarına, siyahlara, bilhassa siyah kadınlara, annelere, onların mücadelelerine, yoksulluğa, toplumsal cinsiyet eşitliğine, ABD'li Yahudi kadın aktivistlere dair ilgisi, bilgisi, araştırmaları, yazdıkları, anlattıklarıyla yolculuğu sürdüregelmiş.

Özeti şu: Sadece kendin gibi olanların, "kendinden" sayılanların dünyasında yaşayıp her şeye oradan bakmamak; tam tersine, oradaki sorunları, onlar tarafından ezilenleri, onların haksızlıklarını da görmek, anlamak, anlatmak.

Bulunduğunuz bir kimlik veya saftan belki bazen seçmece yazılmış tarihi veya insanları "koşulsuz takdir" ediyor olabilirsiniz.

Kritik eşik şu: Sadece bulunduğunuz saftan, kimlikten, ülkeden, devletten bakarak mı? Kendi tarihinizin, kendi devletinizin, kendi "etnik-milli-dini" kimliklerinizden olanlar içinden; ayıklayarak, seçerek mi takdir ediyorsunuz?

Yoksa kendi ülkeniz, tarihiniz, devletinizle anılan kırımları, kıyımları, haksızlıkları, adaletsizlikleri ayrımsız, ayıklamadan mı? Hakikat ve adalet adına bu kirlilikleri görmeden, ifade etmeden yapamıyor musunuz?

Bu soru ve cevaplar, hakikate düşkün, adalete tutkun, aklı ve vicdanı özgür olup olmadığımızı, samimiyet derecemizi gösterir.

Kendinizle, düşüncelerinizle, tavrınızla yüzleşebilirsiniz.

Sadece kafadan karşı olduklarınıza dair fikirleriniz, tepkileriniz değil; kendiniz gibi saydıklarınız veya sandıklarınızla da... Pek sorgulamadan, hakikatin peşine düşmeden kabul ettiklerinizle de...

"Öteki yüzü"nü aramak bile istemeden; doğru, gerçek, hakiki, kutsal, gurur verici bulduklarınızla da...

Sonrasında size kalmış: İster odanızda kalırsınız, ister sesinizle, tavrınızla, hareketlerinizle, cesaretinizle var olursunuz.

Orleck ve gibiler bize şunu da anlatıyor: Tamam kimlikler var ve doğuştan insanı kavrıyor, kuşatıyor, kişiliğinin temellerini de oluşturuyor ama, istisnai kimi durum dışında…

Öyle herkesi içine alan bir "kimlik kişiliği" yok.

"Bütün Yahudiler, bütün İsrailliler" yok. "Bütün Araplar" yok. "Bütün Amerikalılar" yok. "Bütün Türkler" yok.

İyiler ve kötüler var kabaca.

Aklını, kalbini, vicdanını, bilgisini ya da hakikati öğrenme tutkusunu özgürce koşturanlar, konuşturanlar var.

Bir de kör ezberle, kinle, nefretle, kibirle konuşanlar, koşuşanlar, seçmece vicdan oluşturanlar, bir kıvılcımla bile etnik-dini-milli körlüklerinin nefreti şiddet ile buluşanlar var.

Şaşı gazetecilik

Baktım "iktidarımızın güdümlü medyası" Orleck'e mikrofon tutmuş, Profesör muhtemelen özgür bir gazeteciliğe konuştuğunu düşünmüştür. Belki umurunda da olmamıştır; ses nerede nasıl çıkabiliyorsa çıksın, bir yerlere ulaşsın diye.

"Cesaret Ana" ile "İsrail'in soykırımı" üzerine konuşan veya sözlerini yayımlayan gazetecilik türünün, iktidarın köle medyası utancının gerçekten Orleck'in insanlığıyla, vicdanıyla bir ilgisi olabilir mi?

Kendi ülkesindeki polis ve devlet şiddetini alkışlayanların; yazdıkları, çizdikleri, itirazları, attıkları bir tweet yüzünden içeri alınanlar ya da içeriden dışarıya, yani işinden, üniversitesinden, partisinden, ülkesinden atılanlar için herhangi bir duyguları, duyarlılıkları var mı ki!

Kendi ülkelerinde bir "Prof. Orleck"e tahammülleri var mı ki!

Kulu kölesi oldukları iktidarın yaptıklarına, dediklerine, nefretlerine, aşağılamalarına dair vicdani tavırları hiç olmuş mu ki!

Bakın sadece onlardan bahsetmiyorum, basın tarihimizin en süfli, en sefil gazeteciliği olduğu halde.

Tarihinize bakın. İktidara, devlete, ezberlere boyun eğmek konusunda kesintisiz, derin bir geçmiş de var.

Ayıklamamak, bu itaat-biat esaretini reddedebilmektir. Sadece sayıklamamak da.

Prof. Orleck ve dünya tarihindeki, dünya talihindeki niceleri sayesinde hakikat ve adalet umudumuz ölmüyor. Her türlü ayrımcılığa, zulme, kıyıma, kırıma karşı, dayatmacıların her yerdeki benzerliğine karşı; bir "vicdan enternasyonali" hep oldu, hep olacak.

Umur Talu kimdir?

Umur Talu, ilk, orta, liseyi Galatasaray Lisesi'nde yatılı okudu. 1980'de Boğaziçi Üniversitesi Ekonomi'den mezun oldu.

Üniversite döneminde Demiryolu İşçileri Sendikası ve Marmara Boğazları Belediyeler Birliği'nde çalıştı. Günaydın gazetesinde başladığı gazeteciliği, Güneş, Cumhuriyet, Milliyet, Hürriyet, tekrar Milliyet, Star, Sabah, Habertürk'te sürdürdü. Muhabirlik, ekonomi servisi yönetmenliği, yazı işleri müdürlüğü, genel yayın yönetmenliği, köşe yazarlığı, kısa süre Paris temsilciliği yaptı.

Medyakronik başta olmak üzere, çok sayıda web sitesi ile dergide makaleleri yer aldı.

Birkaç dönem Türkiye Gazeteciler Cemiyeti Yönetim Kurulu'na seçildi, başkan yardımcılığında bulundu.

İstanbul Üniversitesi, Bilgi Üniversitesi ve Bahçeşehir Üniversitesi İletişim fakültelerinde ders verdi.

Türkiye medyasında ilk "ombudsman"lik kurumunun kurulmasını gerçekleştirdi. 1998'de Türkiye Gazetecileri Hak ve Sorumluluk Bildirgesi'ni hazırladı.

Çalışmaları Türkiye Basın Özgürlüğü Ödülü, iki kez Türkiye Gazeteciler Cemiyeti Köşe Yazısı ÖdülüÇağdaş Gazeteciler Derneği Ödülü başta olmak üzere, çeşitli mesleki ödüllere değer görüldü. Aynı yıl, üç farklı gazetecilik örgütünden köşe yazarı ödülü aldı.

Bodrum: Yüzyıllık Yolculuk, Kadınımızın Hatıra Defteri gibi belgesellerde metin yazarlığını yaptı.

Sosyal Demokrasi, Fransa Bölümü (Turhan) Uçuran Bey Postanesi (Milliyet) , Dipsiz Medya (İletişim) , Bedelli Gazetecilik (Everest) , Senin Adın Corona Olsun (Literatür) kitapları yayımlandı. Keynes'in (O. E. Moggridge, Afa Yay.) çevirisini yaptı. 

 

Yazarın Diğer Yazıları

Sirkte şirk!

Kim size milyonlarca çocuğun zihnini, kalbini, duygularını, ancak gelecekte olgunlaşabilecek inancını veya inançsızlığını, kişiliğini, ruhunu sorgulama, deşme, didikleme hakkını verdi?

Aklı ve duyguları esir düşürmemek!

Bu dayatmalara, bu esaret zincirine, bu zihinsel ve duygusal işgale karşı, gerçekten ülkeleri ve çocukları için özgür, adil, hakkaniyetli, bilime ve eleştirel düşünceye dayalı bir gelecek isteyen aileler "evde eğitim"e de önem vermeli. Ne yapıp edip önce öğrenerek belki; zaman ayırarak sıkılmadan

Av avlayanın, Kemer bağlayanın!

Bu 1 Mayıs'ın en büyük kazanımı, yüzlerce polisin kemer önündeki "selfie"si oldu. Böylece bütün dünya, küçücük kalmış polislerin üzerinde heybetiyle yükselen, sessizce asırları devirmiş, imparatorların, imparatorlukların düşüşüne tanık olmuş Bozdoğan ya da Valens Kemeri'yle tanıştı. Tarihe bir "Game of Thrones" sahnesi bırakmış oldu devletimiz

t24.com.tr wants to send you notifications
Allow
Block