Etiket arşivi: SİBEL EDMONDS

GLADYO DOSYASI /// VİDEO /// ESKİ FBI TERCÜMANI SİBEL EDMONDS : Sibel Edmonds on Gladio B (TOPLAM 4 BÖLÜM)

İSTİHBARAT DOSYASI /// MEHMET EYMÜR : Sibel Edmonds – CIA Erdoğan’ı neden hedef aldı ?

“Amerikalı insanlar şaşırıyor, Erdoğan önceleri bir melekken, nasıl oldu da ABD için şimdi bir şeytan, bir düşman haline gelebildi, bu sistem nasıl çalışıyor? CIA’nın kukla hükümetler kurduğu, onları kullandığı ve ardından bir gecede onları nasıl yok ettikleri bilenen bir gerçek. Aynı şey Erdoğan’ın da başına getirilmeye çalışılıyor. Ah evet, bu durum pek çok Amerikalıya, Donald Rumsfeld’in Saddam’la tokalaştığı o unutulmaz görüntüleri ve daha sonra gözden düştüğünde işgal ve yok edilişini, hatırlatıyor. Aynı süreç, Erdoğan’la ilişkilerde de açıkça görülüyor.”

Bu sözlerin sahibi, 1970 İran Azeri’si bir baba ile Türk anneden olma, eski FBİ tercümanı Sibel Deniz Edmonds’a ait. Sibel Edmonds’un çuk uzun olan anlatımını kısaltarak ve kullandığı bazı yakışıksız ifadelere yer vermeyerek devam edelim:

GLADYO’NUN A PLANI

“Evet, bütün bunlar Gülen ve Erdoğan arasındaki kavgayla başladı. Gülen cemaati AKP’nin hükümet olması için çok ciddi destek verdi. Ancak burada şuna dikkat etmek gerekiyor, Gülen sadece bir sembol. Asıl önemli olan ve işi yapan Gülen markası. Yani, «Gülen» markasının arkasına sığınarak iş yapılıyor ve Gülen de buna müsaade ediyor.

1997’den sonra CIA Gülen’i oyuna dahil etti, onu ABD’ye getirdi. Gülen 15 yıldır ABD’de yaşıyor ve 20-25 milyar dolarlık bir ağı kontrol ediyor ve kimse gerçekten bu paranın nerden geldiğini bilmiyor. Bu Gladyo’nun A planı idi.

CIA İLE ORTAK OKULLAR

Gülen’in ABD dışında CIA ile birlikte açtığı okullar, camiler, medreseler birer birer kapatılıyor, çünkü bu ülkeler, Gülen cemaatinin varlığının kendi ülkelerinin ulusal güvenliğine bir tehdit olduğunu, CIA ile ortak operasyonlarda kullanıldığını kavradılar. Gülen cemaati ve CIA bununla kalmadı tabii ki, Türkiye’de büyük bir medya ağı kuruldu, satın almalar yoluyla, polis teşkilatına, hukuk ve askeri alanlara sızdılar. Ve işte bu güç ağı, yani Gülen ve CIA ortak hareketi, Erdoğan’ı parlatarak hükümete taşıdı. Aslında 97’de Erdoğan’ın üyesi olduğu parti, askerlerin müdahalesiyle kapatılmış, Erdoğan hapse atılmış iken, 2002’de bu kez askerler geri adım attı, sessiz kaldı ve Erdoğan’ın başbakan olmasına izin verdi.

GLADYO’NUN B PLANINA GEÇİŞİ

Peki, 1997-2002 arasında değişen neydi? Evet, artık Gladyo B planına geçilmişti, Gülen ABD’deydi artık. Erdoğan o sırada değişmiş, aşırı güven kazanmış, beslenmiş ve ‘bu imama (Gülen’e) artık boyun eğmek zorunda değilim, halk beni seviyor’ demeye başladı. ‘İmam kabul etse de etmese de ben kendi istediklerimi artık özgürce yapabilirim’ diyordu. ‘Gülen’ markasının arkasındaki CIA vb. derin yapılara da başkaldırıydı bu.

Erdoğan’daki bu aşırı güven sadece bir neden. Diğer bir neden de Erdoğan’ın İsrail’e karşı sert tutumu, sözünü geçirebiliyor görüntüsüydü. Türkiye’deki bütün partilere medyaya rağmen bunu eleştiren de Fethullah Gülen’di. Ve bu arada, bir yan not olarak şunu söyleyeyim ki, Gülen’in ABD’deki en büyük destekçisi de oradaki Yahudi lobisidir.

YAHUDİ LOBİSİ GÜLEN’İN DESTEKCİSİ

Yahudi lobisinin desteklediği Gülen, Erdoğan’ın İsrail’e karşı sert çıkışlarını doğru bulmuyordu. Ayrılık çanları çalmaya başlamıştı. Ve ardından Suriye konusu geldi. ‘Türkiye, AKP hükümeti Suriye’deki muhalifleri eğitiyor, silahlandırıyor ve bütün bunların ABD tarafından İncirlik üzerinden yönetiliyor’ iddiası vardı.

Buraya kadar her şey yolunda gidiyordu. ABD’nin mevcut hükümetiyle Erdoğan iyi anlaşıyordu. Esad’ın devrilmesi için gereken her şeyi yapılıyorlardı. Ancak beklenmedik bir şey oldu ABD’de. Obama karşıtı derin yapılanma, Esad’a şiddet (!) uygulandığına herkesi ikna etti, ABD müdahalesi hoş karşılanmamaya başlandı. Obama bu konudaki desteğini yitiriyordu. Ve tam bu noktada Rusya’nın devreye girmesi, ABD’yi geri adım atmak zorunda bıraktı. Ve işte tam bu sırada, Türkiye kamuoyuna da, ‘Esad ile son derece iyi ilişkiler varken, muhalifler yüzünden ilişkiler bozuldu’ inancı aşılandı. ABD geri çekilince, Erdoğan tamamen ortada kaldı. Artık halkı arasında popüler değil, nefret edilen bir lider olmaya başlamıştı. ABD artık verdiği sözleri tutmuyor, Erdoğan’ı tamamen yalnız bırakıyordu ki bu da Erdoğan’ı oldukça sinirlendirmişti. Bu da üçüncü bir neden oldu.

Bu noktada başka bir olay patlak verdi; Gezi Parkı olayları. Gülen, Erdoğan’la aralarındaki kavgada, bunu bir fırsat olarak değerlendirmek istedi. Ve Gülen protestolara kendi cemaatinden insanları soktu. Erdoğan, başına neler geleceğini anlamıştı. CIA ve Gülen işe el atmış, protestolarda aktif rol oynamaya başlamıştı. Erdoğan bunu net olarak görüyordu. Gezi Parkı olayları gerçek halk tarafından başlatılmış olabilirdi ancak, CIA’nın kontrolündeki Gülen cemaati ve AKP karşıtı Türkiye’nin eski güç sahipleri, bu fırsatı değerlendirmekte gecikmemişti. Ve eş zamanlı olarak ABD ve Avrupa basınında Erdoğan ‘diktatör’ olarak anılmaya başlandı.

ERDOĞAN REST ÇEKTİ

Asıl önemli olan, bu sembolleri yönetmeye çalışan güç, yani CIA, yani ABD Silah Sanayi. CIA’nın yapmak istediği, söz konusu hangi ülke ise, onu tamamen kontrol altına almak, iç ve dış politikasını yönetmekti. Ki son derece düzgün bir şekilde çalıştı bu sistem uzun seneler. Diledikleri hükümeti getirmeyi ve uzun süre hükümette tutmayı başardılar. CIA’nın planı, Türkiye’yi bir model ülke olarak kullanmak ve diğer ülkeleri de aynı şekilde hizaya getirmekti. Ilımlı İslam projesini Orta Doğu’da uygulamaya geçirmekti. Erdoğan ve Gülen, daha doğrusu CIA arasındaki sorun, bu planları aksatıyordu. CIA, Erdoğan’ın kontrolünü kaybediyordu, Bu arada Gülen’le hiçbir sorunları yoktu. Erdoğan, CIA ile sorunu daha da büyütmek için rest çekti.

Boyun eğmeyeceğini göstermek için, bir mesaj vermek için ‘milyarlarca dolarlık silah alımlarını ABD ile değil, Çin’le yapacağım’ dedi. Tüm dünya bu reste şaşırdı. Bu, ABD ve NATO’nun en üst düzey kurallarından birinin ihlali anlamına geliyordu, yapılabilecek son şeydi. İşte bu, NATO ve ABD Silah Sanayiini çileden çıkardı. Ve Erdoğan daha da ileri giderek, ‘AB’ye girmek için yıllardır beklediklerini ve bunun gerçekleşmeyeceğini anladığını, bunun yerine Şangay Birliği’ne katılmak istediğini’ söyledi. Ve resmen başvuruda bulundu. Ve bu davranış yine, çiğnenebilecek en son kurallardan biriydi. Batı, zorla kurduğu bu düzenini, kolay yıktırmazdı. İşte bunları yaptığınızda, son kullanma tarihiniz dolmuş demektir. Kim olursanız olun artık bitmiştir. Ve ABD’nin uygulayacağı cezanın diğer ülkeler için ibretlik olması gerekiyordu, çünkü bu durum başkaları tarafından örnek alınabilirdi, bu risk göze alınamazdı.

ERDOĞAN’A SUNULAN SEÇİMLER

Erdoğan’a şu ihtimaller sunuldu, tabii bunları hiçbir yerde duyamazsınız;

1) Geri adım atacaksın. Her şeyi geri saracak, İsrail’le ilişkilerini düzeltecek, Çin’den silah almaktan vazgeçeceksin. Şangay’dan uzak duracaksın. Gülen’den özür dileyeceksin. Bu, senin birinci seçeneğin.

2) Sessizce istifa edip gideceksin. Çünkü biz hali hazırda senin yerine gelecekleri belirledik. Paralarınla İngiltere’ye gitmene izin vereceğiz.

3) Bunları kabul etmezsen, bizi bekle. Bu sana iki senaryo sunar;

a) Kaddafi gibi, Saddam gibi yok olursun.

b) Mübarek gibi teslim olabilirsin. Seni İngiltere’de bir hapishaneye atarız, yaşamının kalanını orda sürdürürsün.

İşte şu anda, Erdoğan bu seçeneklerle karşı karşıya…”

TÜRKİYE’Yİ KÜÇÜK DÜŞÜRÜCÜ BEYANLAR

Bu ifadeler, her ne kadar birtakım yakışıksız terimleri temizlemiş olsam bile, Türkiye Cumhuriyeti ve onun hükümeti Başbakanı için çok ağır ve utanç verici ifadeler. James Corbett’in yaptığı ‘Bir Gladio Projesi’ başlıklı bu röportajın

Bu ifadenin sahibi Sibel Edmonds, zamanında benim için de iddialarda bulunmuştu. İddialarından biri benim ABD vatandaşı olduğumdu. Amerika’da 9 yıl kalmama rağmen değil vatandaşlık, devamlı oturma ve çalışma müsaadesi dahi alamadım. Türkiye’ye döndükten sonra Amerikalı avukatıma artık uğraşmamasını belirttim. Diğer iddiası ise hatırladığım kadarıyla, benim Amerikalı istihbaratçılarla ilişkim olduğuna dair idi. Altı ay FBI’da tercümanlık yapıp her şeyi bildiğini zanneden Sibel Edmonds’a gülmüştüm. Ben zaten ABD’ye CIA, NSA ve FBI’a akredite MİT Temsilcisi olarak gitmiştim. Yani işim bu idi. Ne ise o tarihlerde bazı mülakatlarda bu iddiaları cevapladım.

Sibel Edmonds her ne kadar Türkiye’yi sevdiğini söylese de Türkler ve Türk resmi makamları hakkındaki iddiaları nedeniyle bir soruşturma da geçirmişti. Kız kardeşi Nisan 2002’de Ataköy Emniyet Müdürlüğüne çağrılınca, Amerika’ya iltica etmiş, iltica dilekçesinde ‘Türk Polisi’nin casus ve vatan haini olduğunu düşündüğü Sibel Edmonds’u döndürmek için kendisini çağırdığını, Türk Polisinin kaba ve işkenceci olduğunu, insanların bazen ortadan kaybolduğunu belirtmiştir.

Anladığım kadarıyla Sibel Edmonds o tarihten beri popülerliğini arttırmış ve “Milli Güvenlik İhbarcıları «muhbirleri» Koalisyonu” (NSWBC – National Security Whistleblowers Coalition) diye bir grup kurmuş. Bazı ihbarları nedeniyle de mükâfatlar kazanmış. Yani Türkiye dâhil büyük bir kitle tarafından takip edilmekte. Arkasında bazı organizasyonların olması da bir olasılık.

Umarım Başbakan ve hükümet üyeleri sadece seçimle uğraşmayı bırakıp, Türkiye’nin yerlerde sürünen itibarını korumak için harekete geçerler. Gülen Cemaatinin durumunu da aydınlatmak devletin öncelikli bir görevidir.

Yoksa bu macera, çok can yakacak gibi…

MK ULTRA PROJECT /// VİDEO : The Government Gagged Her, But It Didn’t Work Sibel Edmonds

VİDEO LİNK :

https://www.youtube.com/watch?v=-Z24Mq-_Y-8

CIA DOSYASI : SİBEL EDMONDS, CIA’NIN ERDOĞAN’I NASIL ÇÖZDÜĞÜNÜ ANLATIYOR

Uzun süre Türkiye’de yaşadım ve Türkiye iç politikasını çok yakından takip ediyorum. Ve doğrusu, benim FBI muhbirlik davamın konusu aslında ABD-Türkiye arasındaki gizli görüşmeleri deşifre etmemden kaynaklanıyor.

Bu yüzden hem ABD’de, ABD çıkarlarına zarar verdiğim, hem de Türkiye’de Türkiye çıkarlarına zarar verdiğim gerekçesiyle iki ülkede de tamamen dışlandım.

İnsanlar Twitter üzerinden, sıradan vatandaşlar, soruyorlar, "Erdoğan hakkında düşüncelerinizi bizimle paylaşabilir misiniz", yazdığım makalede bunu yapmaya çalıştım, ve insanların konuyu doğru anlayabilmesi için, ciddi bir tarihi arkaplan bilgisi vermek zorunda kaldım.

İnsanlar şaşırıyor, Erdoğan önceleri bir melekken, nasıl oldu da ABD için şimdi bir şeytan, bir düşman haline gelebildi, bu sistem nasıl çalışıyor? CIA’nın kukla hükümetler kurduğu, onları kullandığı, ve ardından bir gecede onları nasıl yokkettikleri bilenen bir gerçek. Aynı şey Erdoğan’ın da başına geliyor.

Ah evet, bu durum pek çok Amerikalı’ya Donald Rumsfeld’in Saddam’la tokalaştığı o unutulmaz görüntüleri, ve daha sonra gözden düştüğünde işgal ve yokedilişini hatırlatıyor.

Aynı süreç, Erdoğan’la ilişkilerde de açıkça görülüyor.

Ve Erdoğan’ın tasfiye süreci Gezi Parkı olayları ile başlamış gibi görünüyor, ancak makalenizde de belirttiğiniz gibi bunun çok daha geniş çaplı, farklı nedenleri var. Örneğin daha önce Bir Gladyo Projesi: Fetullah Gülen röportajımızda anlattığınız gibi Gülen’le de bağlantılı.

Peki, bu değişimin nedeni nedir? Erdoğan neden gözden düştü?

Evet, bütün bunlar bana göre Gülen ve Erdoğan arasındaki kavgayla başladı. Gülen cemaati AKP’nin hükümet olması için çok ciddi destek verdi, Erdoğan ve Gül’ün bütün bürokratları Gülen cemaatinin desteğiyle geldi o noktalara.

Ancak burda şuna dikkat etmek gerekiyor, Gülen sadece bir sembol. Asıl önemli olan ve işi yapan Gülen markası. 1997’den sonra CIA Gülen’i oyuna dahil etti. Gülen Türkiye’de şeriat düzeni kurmak istiyor ve suçlarından dolayı aranıyordu. CIA onu ABD’ye getirdi ve ne tesadüf ki CIA merkezinin hemen yanı başında bir eve yerleştirdi. Gülen şu anda 15 yıldır ABD’de yaşıyor ve 20-25 milyar dolarlık bir ağı kontrol ediyor ve kimse gerçekten bu paranın nerden geldiğini bilmiyor. Bu Gladyo A planı idi.

….

Gülen’in ABD dışında CIA ile birlikte açtığı okullar, camiler, medreseler birer birer kapatılıyor çünkü bu ülkeler, Gülen cemaatinin varlığının kendi ülkelerinin ulusal güvenliğine bir tehdit olduğunu, CIA ile ortak operasyonlarda kullanıldığını kavradılar.

Gülen cemaati ve CIA bununla kalmadı tabii ki, Türkiye’de büyük bir medya ağı kuruldu, satın almalar yoluyla, polis teşkilatına, hukuk, ve askeri alanlara sızdılar. Ve işte bu güç ağı, yani Gülen ve CIA ortak hareketi, Erdoğan’ı parlatarak hükümete taşıdı.

Aslında 97’de Erdoğan’ın üyesi olduğu parti askerlerin müdahalesiyle kapatılmış, Erdoğan hapse atılmış iken, 2002’de bu kez askerler geri adım attı, sessiz kaldı ve Erdoğan’ın başbakan olmasına izin verdi. Peki 1997-2002 arasında değişen neydi? Evet, artık Gladyo B planına geçilmişti, Gülen ABD’deydi artık.

Erdoğan o sırada değişmiş, aşırı güven kazanmış, beslenmiş, ve artık "bu imama artık boyun eğmek zorunda değilim, halk beni seviyor ve ben ne dersem inanıyorlar" demeye başladı. "İmam kabul etse de etmese de ben kendi istediklerimi artık özgürce yapabilirim" diyordu.

Erdoğan’daki bu aşırı güven sadece bir neden. Diğer bir neden de Erdoğan’ın İsrail’e karşı sert tutumu, sözünü geçirebiliyor görüntüsüydü. Türkiye’deki bütün partilere, medyaya rağmen bunu eleştiren de ne var ki Fetullah Gülen’di. Ve bu arada, bir yan not olarak şunu söyleyeyim ki, Gülen’in ABD’deki en büyük destekçisi de ordaki Yahudi lobisiydi. İsterseniz Google’a gidip, en büyük yahudi lobisi olan Aipac’i, ya da atc’yi sorgulayın "Gülen Aipac" şeklinde.

İlginç olan bir İslam Mollası, İmamı olan Gülen (!), Yahudi lobisi tarafından destekleniyordu.

Tek başına bu durum bile, insanların Gülen hakkında şüphe duyması, soru sormaya başlaması için yeterli bir nedendir.

Bu da Erdoğan Gülen arasındaki kavganın ikinci nedeniydi, yani Yahudi lobisinin desteklediği Gülen, Erdoğan’ın İsrail’e karşı sert çıkışlarını doğru bulmuyordu.

Ayrılık çanları çalmaya başlamıştı. Ve ardından Suriye konusu geldi. Türkiye, AKP hükümeti Suriye’deki muhalifleri eğitiyor, silahlandırıyor, ve bütün bunlar ABD tarafından, İncirlik üzerinden yönetiliyordu.

Buraya kadar her şey yolunda gidiyordu, ABD emrediyor, Erdoğan uyguluyor, Esad’ın devrilmesi için gereken herşey yapılıyordu. Ancak beklenmedik birşey oldu, ABD’de Esad’a uygulanan şiddet, saldırı hoş karşılanmamaya başlandı. Obama bu konudaki desteğini yitiriyordu. Ve tam bu noktada Rusya’nın devreye girmesi ABD’yi geri adım atmak zorunda bıraktı.

Ve işte tam bu sırada, Erdoğan’ın uyguladığı ABD emirleri Türk halkı tarafından sorgulanmaya başlandı. Türk halkı olanlardan, yapılanlardan hiç de memnun değillerdi. Çünkü Türkiye Suriye ile, Esad ile son derece iyi ilişkilere sahipti, ayrıca, Suriye müslüman bir komşu ülkeydi.

ABD geri çekilince, Erdoğan tamamen ortada kaldı. Artık halkı arasında popüler değil, nefret edilen bir lider olmaya başlamıştı. ABD artık verdiği sözleri tutmuyor, Erdoğan’ı tamamen yalnız bırakıyordu ki bu da Erdoğan’ı oldukça sinirlendirmişti. Bu da üçüncü bir neden oldu.

Bu noktada başka bir olay patlak verdi; Gezi Parkı olayları. Gülen, Erdoğan’la aralarındaki kavgada, bunu bir fırsat olarak değerlendirmek istedi. Ve Gülen protestolara kendi cemaatinden insanları soktu. Erdoğan başına neler geleceğini anlamıştı. CIA ve Gülen işe el atmış, protestolarda aktif rol oynamaya başlamıştı. Erdoğan bunu net olarak görüyordu.

Şüphesiz Gezi Parkı olayları gerçek halk tarafından başlatılmıştı, ancak CIA’nın kontrolündeki Gülen cemaati bunu, bu fırsatı değerlendirmekte gecikmemişti. Ve eş zamanlı olarak ABD ve Avrupa basınında Erdoğan "diktatör" olarak anılmaya başlandı. Erdoğan’ın El Kaide ile ilişkileri ortalığa dökülmeye başlandı ki, El Kaide’nin de ne tür bir operasyon olduğunu biz açıklamaya, deşifre etmeye daha önce çalışmıştık. Erdoğan artık El Kaide’nin parasal kaynak sağlayıcıları ile bağlantırılıyordu. Ve bütün bunlar, bu operasyonlar CIA tarafından yönetiliyordu.

Peki, bütün bunlar gayet açık, anlaşılabilir ancak benim kafama takılan soru şu, Gülen’le, daha doğrusu;

"CIA ile Erdoğan arasında bir sorun varsa eğer, bu sorunun nedeni nedir, CIA Türkiye’den, Erdoğan’dan ne istiyor?"

Erdoğan, AKP sadece birer sembol, tıpkı diğer ülkelerdeki kukla hükümetler gibi, Obama gibi, George Bush gibi. Asıl önemli olan, bu sembolün arkasındaki güç, yani CIA, yani ABD Silah Sanayi. CIA’nın yapmak istediği, söz konusu ülkeyi tamamen kontrol altına almak, iç ve dış politikasını yönetmekti, ki son derece düzgün bir şekilde çalıştı, diledikleri kukla hükümeti, yani Erdoğan’ı getirmeyi ve uzun süre hükümette tutmayı başardılar.

CIA’nın planı, Türkiye’yi bir model ülke olarak kullanmak, ve diğer ülkeleri de aynı şekilde hizaya getirmekti, Ilımlı İslam projesini Orta Doğu’da uygulamaya geçirmekti. Erdoğan ve Gülen, daha doğrusu CIA arasındaki sorun, bu planları aksatıyordu. CIA, kullandığı kuklalarından birinin (Erdoğan) kontrolünü kaybediyordu, bu arada Gül’le hiçbir sorunları yoktu. Gül iyi bir uşak (bu kelime aynen kullanılıyor görüntülerde) olmuştu, emirleri harfiyen uyguluyordu.

Erdoğan boyun eğmeyeceğini göstermek için, bir mesaj vermek için şunu söyledi; "Milyarlarca dolarlık silah alımlarını sizinle değil, ABD ile değil, Çin’le yapacağım".

Bu ölümcül bir hataydı, bu ABD ve NATO’nun en üst düzey kurallarından birinin ihlali anlamına geliyordu, yapılabilecek son şeydi. İşte bu, NATO ve ABD Silah Sanayisini çileden çıkardı.

Ve Erdoğan daha da ileri giderek, AB’ye girmek için yıllardır beklediklerini ve bunun gerçekleşmeyeceğini anladığını, bunun yerine Şangay Birliği’ne katılmak istediğini söyledi. Ve resmen başvuruda bulundu. Ve bu davranış yine, çiğnenebilecek en son kurallardan biriydi. Bir kukla, kukla oynatıcısına karşı, sahibine karşı isyana kalkmıştı.

İşte bunları yaptığınızda, son kullanma tarihiniz dolmuş demektir. kim olursanız olun artık bitmiştir. Ve ABD’nin uygulayacağı cezanın diğer ülkeler için ibretlik olması gerekiyordu, çünkü bu durum başkaları tarafından örnek alınabilirdi, bu risk göze alınamazdı.

Erdoğan’a şu ihtimaller sunuldu, tabii bunları hiçbir yerde duyamazsınız;

Birincisi, geri adım atacaksın, her şeyi geri saracak, İsrail’le ilişkilerini düzeltecek, Çin’den silah almaktan vazgeçeceksin, Şangay’dan uzak duracaksın, Gülen’den özür dileyeceksin, bu senin birinci seçeneğin.

İkinci seçeneğin, sessizce istifa edip gideceksin. Çünkü biz hali hazırda senin yerine gelecekleri belirledik (Ç.N: CHP!). şu ana kadar çalıp çırptığın paraları da beraberinde götürebilirsin. Senden öncekiler de çaldı, sen de çaldın, ve bunlarla İngiltere’ye gitmene izin vereceğiz.

Üçüncü seçeneğin ise bizi beklemek olacaktır ki bu sana iki senaryo sunar; Kaddafi gibi, Saddam gibi yok edilirsin, seni Taksim meydanında, Gezi Parkı’nda öldürürüz. ikinci senaryo da, Mübarek gibi korkak bir şekilde teslim olabilirsin, seni İngiltere’de bir hapishaneye atarız, yaşamının kalanını orda sürdürürsün.

İşte şu anda, Erdoğan bu seçeneklerle karşı karşıya. Bu seçenekler Kaddafi, Saddam ve Mübarek’e sunulanlarla aynı, CIA böyle çalışıyor. Senaryolar o kadar aynı, şaşmaz ve detaylarıyla benzer ki, insan neredeyse aynı şeyleri tekrar tekrar görmekten sıkılıyor.

Ve birkaç ay içinde sonucu göreceğiz, çünkü bu durum fazla uzun sürmeyecek.

Sibel Deniz Edmonds is a former Federal Bureau of Investigation (FBI) translator and founder of the National Security Whistleblowers Coalition (NSWBC).

PARALEL DEVLET DOSYASI /// ESKİ FBI PERSONELİ SİBEL EDMONDS : ‘Bu bir CIA operasyonu’

Mahmut Övür: 1997’den sonra CIA Gülen’i oyuna dahil etti. CIA onu ABD’ye getirdi ve ne tesadüf ki CIA merkezinin hemen yanı başında bir eve yerleştirdi."

Erdoğan hükümetine yönelik 17 Aralık’ta başlayan operasyon ve saldırıların görünen adresinin artık Gülen Cemaati olduğu çok açık. Açık olmayan ise bu "kavga"nın arka planı…

O arka planda şu sorunun cevabı yatıyor: Acaba 12 yıllık iktidar döneminde birlikte hareket eden, aynı kitleye hitap eden AK Parti ve Gülen Cemaati, neden siyasi tarihimizde görülmeyen bir kavgaya tutuştu? Hem de her şeyin "mubah" görüldüğü bir kavgaya…

Böyle sert bir kavgayı sadece "yolsuzluk hassasiyeti" ile açıklamak kimseye inandırıcı gelmiyor. Çünkü ortada bunu çok aşan ve sadece iktidarı değil devleti de tehdit eden bir durum var.

Başbakan’ın ses kayıtlarının sızdırılması, Adana’da art arda TIR operasyonlarının yapılması ve Türkiye’nin El Kaide örgütüyle bağlantılı gösterilmesi gibi…
Üstelik bu saydıklarımız son iki ayda ortaya çıkan işaretler.

Oysa 2010’dan bu yana içeride Oslo süreci, KCK ve 7 Şubat MİT operasyonu gibi engellemeler, dışarıda ise İsrail ve ABD’deki Neocon eksenli Başbakan Erdoğan’a yönelik "diktatör" iddialı kampanyalar da var. Peki, bütün bunlar neydi ve arka planında ne yatıyordu?

Bu konuda çok şey söylendi ama ABD’de yaşayan Sibel Edmonds’un söyledikleri ve tespitleri bir hayli ilginç. Edmonds sıradan biri değil, 11 Eylül 2001 saldırılarından sonra söyledikleri o kadar çarpıcıydı ki, Kongre’de kurulan komisyona ifade verdiği gibi ünlü 60 Dakika Programı’nın da konuğu olmuştu. Kendisini Türk-Amerikan olarak tanıtan Edmonds, bir İran Azerisi.
1988’de ABD’ye gider ve George Washington Üniversitesi’nde Ceza Hukuku ve Psikoloji eğitimi alır.

11 Eylül saldırılarından beş gün sonra da FBI’da Türkçe, Azerice ve Farsça çevirmen olarak işe girer.

Ve tanınmasına yol açan olay da bundan sonra yaşanır.

Nisan 2001’de FBI’ya Usame Bin Ladin’in ABD’de dört-beş şehre uçakla saldıracağına ilişkin istihbarat gelir. Ama FBI bunu ilgili yerlere bildirmez. Edmonds bunu fark eder etmez üstlerine bildirir. Ancak üstleri de bir şey yapmaz. O da durumu kamuoyuna açıklar ve ortalık karışır.

İşte FBI’yı içeriden bilen Sibel Edmonds’un kısa geçmişi böyle. Edmonds, Gülen Cemaati’yle ilgili de ilginç analizlere imza atan bir isim. Son analizinde Türkiye’de olup bitenleri bir "CIA operasyonu" olarak değerlendiriyor ve şu tespiti yapıyor:

"Gülen sadece bir sembol. Asıl önemli olan, bu sembolün arkasındaki güç, yani CIA, yani ABD silah sanayisi. CIA’nın yapmak istediği, söz konusu ülkeyi tamamen kontrol altına almak, iç ve dış politikasını yönetmekti. 1997’den sonra CIA Gülen’i oyuna dahil etti. CIA onu ABD’ye getirdi ve ne tesadüf ki CIA merkezinin hemen yanı başında bir eve yerleştirdi."

Edmonds, kavganın nedenini de özet olarak şöyle anlatıyor: "Erdoğan değişmiş, aşırı güven kazanmıştı. Erdoğan’daki bu aşırı güven sadece bir neden. Diğer bir neden de Erdoğan’ın İsrail’e karşı sert tutumu, sözünü geçirebiliyor görüntüsüydü."

Bundan sonra Başbakan Erdoğan’a karşı bir kampanya başladı. Asıl amacın AK Parti iktidarını devirme planı olduğunu söyleyen Edmonds, planın başarılı olup olmayacağına ilişkin ise şunları söylüyor:

"Türkiye, Mısır ya da Libya’dan tamamen farklı bir ülkedir, dinamikleri çok çok farklıdır. Öncelikle, Türk insanı gerçekten de farkındalığı yüksek bir kitledir. Aptallar için tasarlanmış iki partili sistem, Türkiye’de çalışmaz. Burada bilinç düzeyi son derece yüksek bir halk kitlesinden bahsediyoruz. Eğitimli ve düşünen insanların olduğu bir ülkede bu kadar kolay oyunlar sergileyemezsiniz. Bu çok zordur. Türk halkı gözünü açık tutmaya devam etmeli."